Son yıllarda artan gıda intolerans testleri zayıflamak için eliminasyon diyetleri yapmak gibi bir algı yaratsa da intolerans=kilo almak demek değildir.
Gıda intoleransları immünolojik mekanizmalardan dolayı gelişen, en ufak miktarlarda tetiklenebilen ve genellikle IgE antikorlarının üretiminin aracılık ettiği gıda alerjilerinden çok farklı olsa da o kadar tehlikeli değildir. Bağışıklık sisteminde herhangi bir tepkiye yol açmazlar. Genellikle tam olarak tespit edilemeyen nedenlerden kaynaklanırlar ve enzimatik (bir gıda bileşeninin sindiriminden veya metabolizasyonundan sorumlu bir enzimin yokluğu; örneğin laktoz ve gluten intoleransı, favizm, doğuştan früktoz intoleransıı) veya farmakolojik (glutamat, sülfitler, histamin gibi bir gıda bileşenine tepki) olarak sınıflandırılmaları mümkündür.
İntoleranslar, eğilimli kişilerin organizmalarının bazı gıdaların belirli bileşenleriyle sindirim süreci sırasında oluşan maddelerle farmokolojik açıdan aktif bileşenlerle katkı maddeleriyle veya nikel gibi metallerle temas edildiğinde verdikleri anormal tepkidir. Bunların tepkilerinin büyük kısmı, temelde söz konusu gıdanın emilim bozukluğuna bağlı olarak özellikle baş ağrılarını, gastrointestinal sistemde görülen semptomları (mide bulantısı, kusma, ishal, karın ağrısı, gaz vb) daha ender olarak da idrar retansiyonunu veya deri üzerindeki kas ve iskelet sistemindeki (depresyon, anksiyete, sinirlilik) ya da başka sistemlerdeki semptomları tetikleyen bir dizi tepkinin oluşumu şeklinde gerçekleşir.
Dolayısıyla gıda intoleranslarının kilo aldırdığı ve intoleransa sebep olan gıdalar elendiği takdirde doğrudan kilo verileceği yaygın inanışın ne kadar temelsiz olduğunu görmek kolaydır. Hatta söz konusu gıda emilemediğinden tam tersi öne sürülebilir; bir gıdanın emilimi bozuk veya düşük düzeyde gerçekleşirse, o gıdanın kalorileri söz konusu kişinin organizması tarafından ya hiç kullanılamaz ya da az kullanılır bu durumda da kilo almak şöyle dursun olsa olsa kilo kaybı gerçekleşebilir ama o da patolojik bir süreçten kaynaklandığı için istenen bir durum değildir.
Gıda intoleranslarıyla yağ dokusunun artışı arasındaki tek doğrudan bağ organizmanın intolerans konusu gıdalara tepki olarak oluşabilecek genel enflamasyon halinden kaynaklanabilir. Bir varsayıma göre bu yaygın enflamasyon hali metabolizmaya etki ederek muhtemelen insüline duyarlılığın azalması ve gıdalardan elde edilen enerjinin yağa daha kolay dönüşmesiyle kilo artışına sebep olabilir. Ancak bu teorilerin doğrulanmaya ihtiyacı vardır ve her halükarda gıda intoleransının vücudun yağ depolarındaki artışa etkisi mütevazı olmaktan öteye geçemez.
Ancak bu durumlar hakkında çeşitli spekülasyonlar bulunur. Bu olgu temelde iki şekilde gerçekleşir. Her şeyden önce hasta, gıda intoleranslarının yol açtığı rahatsız edici şişkinlik hissini (abdominal bölgede veya başka yerlerde kolaylıkla vücut yağında artış belirtisi olarak yorumlayabilir, sonrada bundan sorumlu gıdaları bilimsel açıdan geçerli olmayan hatta genel anlamda bilim çevreleri ve özellikle uzmanlar tarafından kati suretle güvenilmez bulunan yöntemler yoluyla tespit ettiğini sanabilir. İtalya’daki belli başlı alerji hekimleri dernekleri ve ulusal beslenme güvenliği komitesi tarafından hazırlanmış kolaylıkla erişilebilen iki resmi belgede geçen bilimsel geçerlilik taşımayan fakat bir o kadar yaygın testlerin uzun bir listesi bu duruma örnek teşkil eder. Bu noktada yanıltıcı ve güvenilmez yöntemler aracılığıyla bazı sözde intolerans teşhisleri konduktan sonra önerilen diyetleri uygulayanların neden çok kilo verdiklerini açıklamak daha kolay hale gelir. Meselenin özü tam da burada yatar. Daha öncede belirttiğimiz gibi intoleransların tam olarak teşhis edilmesin yönelik bilimsel açıdan geçerli testler yoktur. İstisnalar laktoz intoleransı (nefes testi, ksiloz intoleransı ve gluten intoleransı 3 farklı antikor için kan testi bağırsak biyopsisi vs testleridir). Bu sebeple intoleransın gerçek nedenine yönelik bir eleme diyeti oluşturmak arzu edilse de bu çoğu kez mümkün değildir. Bu da yukarda sözü edilen güvenilmez yöntemlerin sonuçlarının ciddiye alınmasını ve el yordamıyla belirlenen çözümleri açıklar (ama haklı çıkarmaz). Bu sonuçlar ne yazık ki hemen her zaman geniş çeşitlilikteki ürünlerin suçlu ilan edilmesine yol açar. Ne tesadüftür ki neredeyse hep aynı ürünler söz konusudur ve hepsi çok popüler olup genellikle aşırı kilolu kişiler tarafından abartılı miktarda tüketilir (süt ve peynir, tahıl ürünleri, zeytinyağı, mayalı gıdalar vs).
Dolayısıyla bu muğlak teşhisler belirlenene diyetler genellikle aşırı katı gıda sınırlamalarını temel alır. Elde edilen kilo kaybı da intoleransa yol açan gıdaların elenmesinden değil (gerçi hasta böyle olduğuna inanmaya teşvik edilir), yiyeceklerin neredeyse insan aç bırakacak kadar tehlikeli bir şekilde azaltışmış olmasından kaynaklanır, üstelik ziyadesiyle katı bu diyetler çoğunlukla beslenme kapsamı açısından son derece dengesizdir.
İşte sorunda buradadır. Bazı önemli gıdaları hatta gıda gruplarının tamamını, keyfi ve nedensiz bir şekilde aylarca, dahası hayat boyu beslenme düzeninin dışında tutmak, önemli besin ögeleri açısından eksikliklere, yiyecek konusunda tehlikeli, dengesiz yaklaşımlara ve özellikle ergenler gibi psikolojik açıdan daha hassas hastalarda beslenme bozukluklarına neden olabilir. Bu kadarla da kalmaz; bu kısıtlamalar kaybedilen kiloların sonradan geri alınmasının engelleyecek daha iyi bir beslenme düzenine geçilmesine de izin vermez.
Özetle yaygın ama hem duyarlılıklar hem de özgüllükler açısında yetersiz (diğer yandan nedense vakaların %90’ında pozitif sonuç veren) testlerin uygulanması sonucu suçlu ilan edilen gıdaların elendiği diyetleri benimseyerek kilo vermeye çalışmak yanlış ve tehlikelidir. Bu diyetler sonucu elde edilecek olası kilo kayıpları, intoleransa neden olabilecek besinlerden kaçınılmış olmasından değil, dayatılan katı kısıtlamalardan kaynaklanacaktır. Arıca böyle diyetlerin uzun süre uygulanması halinde az veya çok ciddi eksikliklere yol açma riski taşıdıklarını tekrarlamakta fayda var.
Halbuki daha önce sözü edilen az sayıdaki güvenilir testle başka testlerin sonuçları veya hastanın kendisinin sunabileceği doğruluğu yeterince kesin olsan bilgiler kullanıldığında bambaşka bir durum ortaya çıkar. Bu gibi durumlarda, intolerans tespit edilebilecek az sayıdaki besinin ya nihai olarak (çölyak hastalığında ve laktoz intoleransında hemen her zaman) yada kısa veya uzun dönemler boyunca dönüşümlü olarak eleneceği doğru diyete dayalı tedaviler belirlemek mümkün olur.
Diyetisyenlerin yardımıyla, elenen besinlerin yerine onlarınkine eş veya benzer besin değerine sahip başka ürünler getirilmelidir. Günlük beslenme düzeninin bir bütün olarak kalitesi kaybedilmeden olumsuz semptomların azalması veya ortadan kalkması (ve şayet mümkünse aşırı kiloların azalması) ancak bu şekilde gerçekleşebilir.
Beslenme Danışmanlığı için randevu almak veya ücretsiz ön görüşme yapmak için tıklayınız.